Please assign a menu to the primary menu location under menu

Ömer Yavuz

Ömer Yavuz

2017 Eylül ayında 14 yıllık profesyonel iş yaşantımı sonlandırarak , kendi rotamı çizerek hayallerimin peşinden koşmaya başladım . Amacım farklı kültürleri tanıyarak , başka bakış açılarından dünyayı görmek , hayatıma anlam katmak adına dünyayı dolaşmak diyebilirim.

Asya

Filipinler

20180106_121339

Filipinler  resmi adıyla Filipinler Cumhuriyeti , Pasifik Okyanusu’nun batısındaki coğrafyada bulunan bir Asya devletidir. Ülke irili ufaklı 7641  adet ada ve adacıklardan oluşmaktadır . Ülkeyi oluşturan Luzon , Visayas ve Mindanao isimli 3 büyük kara parçası vardır.  Ülkenin başkenti Malina , en kalabalık şehri Quezon City ‘tir.

Filipinler’in deniz komşuları kuzeyde Tayvan ve Çin , batıda ise Vietnam’dır.  Filipinler’i kuzeyde Luzon Boğazı , batıda ise Güney Çin Denizi çevrelemektedir. Güneyde ise, Celebes Denizi  ülkenin diğer adaları ile Endonezya’yı birbirinden ayırır. Filipinler’in batısında Filipin Denizi ve Palau bulunmaktadır .

 

Pasifik Deprem Kuşağı’nda yer alan Filipinler’de  ülkede deprem sıklığı ve yıkıcılığı fazladır. Ekvatora yakın yerleşim konumu, Filipinler’i tayfun felaketine eğilimli hâle getirmektedir. Bununla birlikte, ülke doğal kaynaklar açısından zengindir. Filipinler, dünyadaki biyolojik çeşitliliğin en fazla olduğu ülkelerden biridir.  Filipinler dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip 64. ülkesidir  .

Ülke yaklaşık 100 milyonluk nüfusuyla,  Asya kıtasının en kalabalık 8. ülkesidir. Dünyanın ise en çok nüfusu olan 12. ülkesidir. 12 milyon Filipinlinin yabancı devleterde yaşadığı tahmin edilmektedir.  Filipinliler bu yönüyle dünyanın en büyük  diasporalarından birini oluşturmaktadır.

Filipinler çok kökenli ve mozaik kültürlü bir demografik yapıya sahiptir. Tarih öncesi devirlerde, ülkedeki ilk yerleşimleri Ön Avustralya ırklarından olan  Negritoların başlattığı düşünülmektedir. Bu boyun başlattığı göç hareketini, diğer Avustronezyan ırktan  olan boylar takip etmiş ve Filipinler Avustronezyan ırk için yeni bir yerleşim alanı olmuştur.

Ülke topraklarında tarih boyunca, Çinliler ile Malay ,Hint ve İslami kökenli hanedanlıkların egemenlik savaşı hüküm sürmüştür. MS 900-1521 yılları arasında ise Filipinlerde Datu , Rajah , Sultan ve Lakan boylarının kurduğu devletler hüküm sürmüştür.

 

1521’de Filipinler’e Ferdinand Magellan’nın gelmesi , ülkedeki İspanyol  sömürgeciliğinin başlangıcı olmuştur. 1543’te İspanyol kâşif Ruy Lopez de Villalobos takımadalara İspanyol kralı II Felipe’nin onuruna Las Islas Filipinas adını vermiştir. Seyahatine  Meksika ‘dan başlayan ,  1565’te takımadalara ulaşan Miguel Lopez de Legazpi , buradaki ilk İspanyol yerleşimini kurmuştur. Filipinler 300 yıldan fazla ,İspanyol  İmparatorluğu’nun bir parçası olarak kalmıştır. Bu durum, ülkede Katolikliğin baskın hâle gelmesiyle sonuçlanmıştır. Bu dönemde, Manila Şehri  Asya ve Amerika kıtaları arasındaki ticaretin yönetildiği bir stratejik merkez hâline gelmiştir.

19. yüzyılın bitimiyle son dönemlerinde; Filipin Halk Uyanış Hareketi hızlı bir şekilde genişlemiştir. Bu hareket sonucunda ilk Filipin Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak bu devlet uzun ömürlü olmamıştır . Filipinlilerin bağımsızlık isteğine karşı Amerika Birleşik Devletleri bu ülkeye savaş ilan etmiştir. Savaş sonunda ABD’nin kesin galibiyeti ile sonuçlanmış, savaşta yaklaşık 1,5 milyon Filipinli hayatını kaybetmiştir. Bunu takip eden yıllarda, ülke Japon işgaline uğramıştır. Ancak Birleşik Devletler, takımadalardaki egemenliği yeniden sağlamıştır. Ülkedeki Amerikan egemenliği 1945’e kadar sürmüştür. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Filipinler’in bağımsızlığı dünya devletleri tarafından tanınmıştır. Bu zamandan beri, ülkede kargaşalı bir demokrasi deneyimi sürecine girilmiştir.

BoracayFilipinler

Boracay

20180106_121129

Boracay Adası, yalnızca Filipinler’in değil, tüm dünyanın en popüler adalarından biri.Boracay Adası, dünyanın en iyi plajları listelerinde her sene üst sıralarda yer almakta.

Son olarak 2015’te Tripadvisor tarafından yeryüzünün en iyi plajı seçilmiş.Göz kamaştırıcı bir beyazlığa bürünen kumlar, turkuaz mavi deniz, plaj boyunca yan yana dizilmiş ve denize doğru uzayan hindistan cevizi ağaçlarının gölgesinde güneşlenme imkanı, eğlence ve alışveriş olanakları bulunmakta.

Harita üzerinde küçücük bir yer kapliyor gibi gözüksede , kilometrelerce uzunluktaki kumsallarıyla bulunmakta.

Burayı ziyaret etmek herkesin hayali oldugu gibi benim de en büyük hayalimdi.Bunu gerçekleştirdigim için çok mutlu olduğumu iletebilirim.

Dünya çapında, kumsalları ve deniziyle tropik bir cennet olarak adlandırılan, Filipinler’in en meşhur adalarından olan Boracay, ister balayı tatili düşünün, ister gece hayatına akıp eğleneceğiniz bir tatil, ister aktiviteleriyle gününüzü dolu dolu geçireceğiniz , beklentilerin hepsini fazlasıyla verecek zenginliğe sahip bir ada.

Puka beach boracay merkeze yürüyerek 1 saat uzaklıkta olan bu plaj boracayin populer plajlarindan birtanesi.

Bulabog Beach Boracay Adasinin rüzgar ve kite sörf bölgesi.Türkiyede Çeşme Alaçatıya benzedigini iletebilirim.Benim bulunduğum zamanlarda Adanın bu plajinda rüzgarsız gün yok gibiydi.Sabahtan akşama kadar günün her saatinde sörf yapanları görmek mümkün. Izlemek bile çok keyifliydi, sörf yapmak kimbilir nasil heyacan vericidir. Denemek isterdim ama dizimdeki sıkıntıdan dolayı malesef cesaret edemedim.Bu plaj da öğrenmek isteyenler icinde bircok işletme bulunmakta.
Hatta Bulabog Beachte birkaç işletmenin önünde bayrağımızın dalgalandığı gördüm.Çok ama cok gurur vericiydi uzaklarda bayrağımızın dalgalandığıni görmek .Ögrendimki bazı sörf okullarında türk hocalarda çalışmış

Boraçayin güzel yanları olduğu gibi , kötü tarafları da bulunmakta😔
Çoğu zaman oldugu gibi gittigim yerlerde ulaşımı yürüyerek sağladığımdan güzel plajları ararken , yerel halkın yaşadığı yerleri görme fırsatı yakaladım.Halkin büyük bir bölümü çok fakir , aylık kazançları 200-300 $ arasında açlık sınırında yaşıyorlar.

Çoğu derme çatma baraka tarzinda evler yaşam mücadelesi vermekte.Turistik tesislerin yakın olan bu yerlerde tam sefalet sözkonusu. Bunu rağmen guleryuzlerinden hiç vazgecmiyorlar.Yalniz başıma dolaşmanın buralarda tehlikeli olduğunu öğrenmiştim. Zira filipinlerin genelinde isyeri market otel gibi yerlerde silahli pompali tufekli muhafizlar bulunmakta.Hirsizlik epeyce yaygin , kaldigim hostelde de dogru düzgün kilitli dolap olmayinca malesef bütün param ve degerli esyalarimla geziyorum😣

 

Herşeye rağmen buranın çocukları insanlari cok renkli😊

Cocuklarin çoğu sokak basketbolu oynamakta , epeycede yaygin. Bi ara aralarına karışıp basketbol oynamak , eğlenmek yorucu günümün en güzel tarafıydı

Dağcılık

Dağcılık Tarihi

everest_1924_team

Başlangıcı tam olarak bilinmemekle beraber dağcılık sporunun Alplerde doğduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzden Alpinizm olarak bilinmekte , bu sporu yapanlara da alpinist denmektedir.

1786 yılında biri doktor iki Fransız Avrupa’nın en yüksek doruğu olan Güney Doğu Fransa’da bulunan Mont Blanc’a (4.807 mt) tırmanması ile başlamıştır.
1850 ile 1860 arasında İsviçre’deki tüm zirveler birbiri ardına dağcılar tarafından tırmanılmış ve Avrupa dağcılığının altın çağı olarak adlandırılmıştır.
1865 yılında Alplerdin en zor zirvesi olan Matterhorn’a tırmanılması ile Avrupa dağcılığının altın çağı olarak tanımlanan dönem kapanmıştır.
Daha sonra yüzyılın sonuna kadar Orta Avrupa’nın tüm zirvelerinin zor rotalar başarı ile tırmanılmış,  20. yüzyıla girene kadar Güney ve Kuzey Amerika dağları, Kafkas dağları, Orta Afrika dağlarına tırmanışlar ve de Himalaya’lara keşif ekspedisyonları düzenlenmiştir.
1897’de And dağlarının en yüksek doruğu Aconcagua’ya (6.960 mt)
1897’de Alaska’da St. Elias’a (5.489 mt)
1898’de Kuzey Amerika’da Grand Teton’a (4.190 mt)
1913’te K. Amerika’nın en yüksek doruğu CM Kinley (6.194 mt)’e tırmanılmıştır.
20. yüzyılın ilk yarısı İngiliz, Fransız ve İsviçrelilere ek olarak diğer ulusların dağcılarının tırmanışları ile geçmiştir. En önemli tırmanış ise Orta Asya’da Pamir sıradağlarında Komünizm doruğuna (7.495 mt) yapılan tırmanıştır.
1940’li yıllarda Atakemennalar’in, Llullaillaco Dağı’nın 6.723 metrelik doruğuna kursan platformu yapmaları, dağların ayni zamanda kutsal yerler sayılmalarının göstergesi niteliğindedir.
1950 yılında İki Dünya savasının yol açtığı belirgin durgunluktan sonra, bir “ilk tırmanış” Himalayaların önemli doruğu olan Annapurna I’in (8.138 mt) Fransızlar tarafından yapılmasıydı. Hemen arkasından ise diğer 8000’likler tek tek dağcılar tarafından tırmanılmıştır.
29 Mayıs 1953 tarihinde Edmund Hillary ve Tenzig Norgay’ın Dünyanın en yüksek doruğu Everest’e (8.848 mt) Güney-Güney Doğu rotasından tırmanmışlardır.
1953’te Nanga Parbat (8.138 mt) Almanlar tarafından,
1954’te K2 (8.681 mt) İtalyanlar tarafından,
1955’te Lhotse (8.516 mt) İsviçreliler tarafından,
1955’te Makalu (8.463 mt) ise Fransızlar tarafından tırmanıldı.
1960’larda tırmanılmış tüm Avrupa ve Amerika doruklarının kış koşullarında en zor rotaları denenmiştir. 1970 yılında Amerikan Sierra Nevada dağlarında 7.914 mt.’lik El Captain rotasının 27 günde Amerikalılar tarafından tırmanıldı.
1970’li yıllardan sonra ise tırmanışlar daha çok koşulların zorluklarının arttırılması, denenmemiş rotaların tırmanılması, tüm kıtaların en yüksek doruklarına tırmanmak gibi çeşitlemelere uğramıştır.
1978 yılında ilk defa “ölüm sınırı” olarak tanımlanan 8000 metreyi Reinhold Messner ve Peter Habbler ek oksijen kullanmadan aşarak Everest’e tırmanmıştır. Daha sonra Messner 8000 metrenin üzerindeki 14 doruğa da tırmanabilen ilk insan unvanını almıştır.
1980 sonrası dağcılığın iyice popülarite edildiği dönem olmuştur. Avrupa’da ve Amerika’da milyonlarca insan dağlarda dolaşmaya başlamıştır. Dağcılık malzemelerindeki teknolojik ilerleme, dağlara ulaşımın kolaylaştırılması bu yaygınlığın temel etkenlerinden olmuştur.

Dünyada ilk dağcılık kulübü 1857 yılında İngiltere de Alpine Clup adıyla kurulmuştur. 

Ülkemizde dağcılık etkinlikleri ilk kez 19. yüzyıl da yabancıların ülkemiz dağlarına sportif ve bilimsel amaçlı çıkmalarıyla başlamıştır. Bu kapsamda bilinen ilk tırmanış, Alman fizikçi Prof. Dr. F. V. Parrot’un 27 Eylül 1829 tarihinde Ağrı Dağı’na yapmış olduğu bilimsel amaçlı tırmanıştır. 20. yüzyılın ilk yıllarında ise ülkemizde Türkler tarafından yürütülen dağcılık aktiviteleri, askeri ve sivil olmak üzere iki kola ayrılmıştır. Sportif anlamda 1924 yılında Albay Cemil Cahit Toydemir toplam 8 kişilik bir ekiple Erciyes Dağı’na (Kayseri) doğu rotasından tırmanması Türkiye’deki milli dağcılık etkinliklerinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

Sonraki yıllarda, ülkemizde dağcılık aktivitelerinin artması ile 1928 yılında “Türk Dağcılık Cemiyeti” adı altında ilk dağcılık örgütü oluşturulmuştur. 1933 yılında ise “Türk Yürüyüşçülük, Dağcılık Kış Sporları Kulübü” adı altında bir kulüp faaliyete başlamıştır. Bu kulüp sonradan “Tenis, Eskirim ve Dağcılık Kulübü” adını almıştır. 1935 yılında Dağcılık ve Binicilik Federasyonu adı altında ilk federasyon olarak anılmıştır. Çalışmaları 1936 yılında başlayan ancak resmi olarak 1939 yılında tamamlanan, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü bünyesinde “Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu”  yeni bir yapılanma ile kurulmuştur. Uzun yıllar dağcılık ve kayak branşları aynı çatı altında yürütülmüştür. 1966 yılına gelindiğinde ise dağcılık ve kayak branşlarının ayrılması ile federasyonumuz sayın İsmet Ülker’in de katkılarıyla Türkiye Dağcılık Federasyonu olarak tescillenmiştir. Federasyonumuz, 1977 yılında Uluslararası Dağcılar Birliği ‘ne resmen üye olmuştur.

Dağcılık Federasyonun 1936 – 1941 yılları arasında ilk başkanlığını Latif Osman Çıkıgil yapmıştır. 

Kurulmuş olduğu tarihten günümüze kadar Türkiye dağcılık Federasyonu gerek yurt içi gerekse yurt dışı çok sayıda başarılı etkinliklere imza atmıştır. Bu tırmanışlara 1964 yılında Bozkurt Ergör’ün İsviçre’de Möch (4003 m) ve Fransa’da Mont Blanc (4807 m) zirve tırmanışları, Abdülmecit Doğru’nun 1980 yılında Kafkaslar’da Elbruz dağı (5642 m) ve Halil Alpay ile birlikte gerçekleştirdiği Peak Lenin Zirvesi (7134 m) ve 1985 yılında gerçekleştirmiş oldukları Komünizm Zirve (7495 m) tırmanışları örnek olarak gösterilebilir.

1995 yılının en önemli başarısı hiç kuşkusuz Nasuh Mahruki’nin 17 Mayıs 1995 tarihinde gerçekleştirdiği Everest zirvesi (8848 m) tırmanışıdır. 2001 yılında Tunç Fındık Everest zirvesine ( 8848 m) farklı bir rotadan çıkarak, buraya çıkan ikinci Türk olmuştur.

http://www.tuncfindik.com/

2006 yılında ise Orta Doğu Arama-Kurtarma, Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği (ORDOS) Everest’e tırmanan ilk Türk takımı olma unvanını almıştır. Bu tırmanışla birlikte ORDOS ekibinde yer alan Eylem Elif Maviş Everest’e tırmanan ilk kadın dağcımız olmuştur.

Dağcılık

Dağcılık nedir ?

20180725_171908

“Dağcılık özgürlüğün en mücadeleci yanıdır, manzaraya zirveden bakmak bu yüzden başkadır “

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

Yaşamayan bilmez saatlerce, günlerce  uğraştıktan sonra, çok zorlu süreçleri ve engelleri geçip hedefe ulaşarak, zirvede oturup, etrafı zirveden seyretmenin verdiği mutluluğu , tarif edilemez bir duygudur.

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

Dağcılıkta zirveye çıktıktan sonra, başarıya ulaştıktan sonra alkışlayanınız olmaz. Dağcılık spordan ziyade vazgeçilemeyen bir  tutkudur ,aşktır. İnsana mücadele gücü verir. Karşılıksız yardımlaşmayı öğretir. İnsanda bir şeyi başarma duygusunu en iyi hissettiren spordur. İnsana başka hiçbir sporda yada bedensel aktivitede olmadığı kadar yüksek derecede bir özgüven verir. 

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

İnsanları dağlara çeken en önemli etkenler merak ve keşfetme duygusudur. Dağda ilerlerken sürekli olarak bir adım sonra neyle karşılaşacağınızı düşünürsünüz. İlerdeki tepenin arkasında veya zirvede karşılaşacaklarınızı düşünmek sizi devamlı ileri gitmeye zorlar. Attığınız her adım, çıktığınız her zirve sizin için bir keşiftir; oraya ilk ulaşan siz olmasanız bile !

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

Dağdayken doğanın sunduğu güzelliklerin de tadına varırsınız. Temiz dağ havasının, her zamankinden daha yakın gözüken yıldızların, heykel tıraş elinden çıkmış gibi duran kaya ve buz oluşumlarının ve ayaklarınızın altında deniz gibi uzanıp giden bulutların. Her adımda karşınıza başka bir mükemmellik çıkar. Dağdan şehre geri dönerken zihninizin her zamankinden daha berrak olduğunu fark edersiniz. Fiziksel açıdan yorulsanız bile zihinsel açıdan dinlenmiş olarak şehre dönersiniz.

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

Dağcılığın en güzel taraflarından birisi de kalıcı dostluklar sağlamasıdır. Kişi dağdayken yanında zor şartlarda yardımına koşan birileri mutlaka vardır. Dağda kişi gerçekte neyse odur. Bu da dağcının partnerlerini bütün çıplaklığıyla tanımasını sağlar. Bir insanı dağa götürmek onu tanımanın en kestirme yoludur.

Gezgin Dağcı Ömer YavuzDağcılık birçok insan için kendini ifade etme biçimidir. Zirve yolunda karşısına çıkan güçlükleri aşabildiğini görmek, başkalarının zihinlerinde bile canlandıramadıkları şeyleri başarmak kişide bir çeşit macera, bir çeşit yenilmezlik duygusu uyandırır. Belki de insanları dağlara çeken bu duygudur. 

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

Dağcı zorlukları aştıkça kendine olan güveni artar. Zirveye çıkarken seçilen yol ne kadar çetin, aşılan engeller ne kadar zor olursa, zirvede yaşanan mutluluk ve tatmin duygusu da o kadar büyük olur. Dağcıların kendilerine devamlı daha zor rotalar aramaları da bu yüzdendir.
Yapılan işin zorluğu, göze alınan riskin büyüklüğü korkuyu da beraberinde getirir. Fakat dağcının dağda hayatta kalmasını sağlayan da bu korkudur. Bazı insanlar dağcılığı doğaya karşı bir meydan okuma olarak görürler. Gereksiz yere risk alıp sonunda hayatlarını kaybederler. Doğru olan doğaya karşı olmak değil, onunla uyum içinde olmaktır. Dağcı herhangi bir dağın zirvesine ancak dağ izin verirse çıkabilir.

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

 

Sınırlarını yükseltmek dağcının kendi elindedir. Bu sınırları belirleyen en önemli etken tecrübedir. Tecrübe kazanmanın tek yolu ise sık sık dağcılık faaliyetlerine katılmaktır. Ancak tecrübe tek başına yeterli değildir. Dağcının fizik kondisyonunu yüksek tutması gerekir.

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

Dağcılığın ön koşulu doğada yaşama becerisine sahip olmaktır. Doğada yaşayabilmek pek de kolay sayılmaz. Şehirde sahip olduğunuz medeniyetin kolaylıklarından bir anda vazgeçmek mecburiyetinde kalırsınız. Örneğin dağda tuvalet yoktur. Sıcak duş alma imkanı da yoktur. Doğadaki temel gıdalarınız artık makarna ve bulgurdur. Çünkü gezi boyunca bozulmadan kalan, en fazla enerji sağlayıp sırt çantanızı en az ağırlaştıran yiyecekler onlardır. Yazın çoğu dağda su bulamazsınız, suyu taşımanız gerekir. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür , bu kadarı bile yapılacak fedakarlığın boyutları hakkında bir fikir vermektedir.

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz
Dağcılık yazın ve kışın kar-buz ve kaya tekniklerinin uygulanarak hedeflenen rotanın tırmanılmasıdır. Bu bazen bir kaya duvarı bazen buz kulvarı bazen de yürüyüş şeklindeki parkurlar olabileceği gibi bazen de zirve olabilir.

Kaya tırmanışlarında zirveler değil rotalar ön plana çıkar. Bu tırmanışlar çoğunlukla zirveyle sonuçlansa da önemli olan zirveye ulaşılıp ulaşılmaması değil, hangi yoldan zirveye ulaşıldığıdır. Çıkılacak rotalar genellikle 90 derece diklikte olan kaya duvarlarıdır. Kaya tırmanışı zor bir dağcılık dalı olduğu için özel çalışma gerektirir.

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz
Zirve tırmanışları ise tam bir planlama gerektiren bir ekip işidir. 8000 lik bir zirveye çıkmak için uzun bir planlama gerektirir. Ana kampın kurulması ileri kamplar için gerekli malzemeler yiyecek içecek derken tonlarca malzeme gerekir. Bazen bu malzemelerin ana kamplara taşınması için iki yüze yakın kişinin desteğine ihtiyaç duyulur. 

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz

Başa dönecek olursak aslında dağcılık insanoğlunun yaptığı en zorlu sporlardan birisidir. Aynı zamanda da canlı seyircisi olmayan tek spor dalıdır.

İnsanın en güçlü duygularından olan merak duygusunun insanı neler yaptırabildiğinin de en belirgin halidir.

 

Genel

New Orleans

20181017_172838
Gezgin Dağcı Ömer Yavuz New Orleans

Louisiana  eyâletinin en büyük şehri olan New Orleans meksika körfezi ile Pontchartrain gölü arasında yer alan dünyanın en hareketli liman şehirlerinden biriymiş .

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz New Orleans Missipsipi nehri

“Big Easy” ve körfezin şehri bir hilal gibi bölmesi nedeni ile “Cresent City” olarak da adlandırılan şehir Nehir kenti olarak bilinmekte . 

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz New Orleans Missipsipi nehri

Şehrin en meşhur takma isimlerinden biri de “New Orleans”ın başharfleri ve “Louisiana Eyaleti”nin kısaltması ile oluşturulan NOLA’mış .

Çok kültürlü geçmişi, mutfağı, müziğin özellikle jazz ve Blues’un başkenti oluşu ile tam bir cazibe merkezi.

En turistik ve eğlenceli şehirlerinin başında gelen bu şehire 2 gün ayırmıştım , gidecek olanlara da en az iki gün ayırın derim . İlk günden eglenceli bir şehir olduğunu gördüğüm New Orleans’ta özellikle Fransız sokaklarının olduğu bölgede bulunan barlar sokağı eğlencenin merkezi diyebilirim .

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz New Orleans

Barlar cluplar neredeyse 24 saat açık , sokaklarda ot içmek serbest gibi , buram buram kokuyor .

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz New Orleans

Farkli milletlerden her yaştan insanı görebilirsiniz sokaklarda ve caddelerde . 

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz New Orleans

2005 ”te yaşanan Katrina Kasırgasının kentte büyük yıkıma yol açmış. Bunun izlerini kent merkezi dışında görmek hala mümkün 

New Orleans kentinde Missipsipi nehrini , Pontchartrain Gölüne bağlamak amacı ile açmaya çalıştıkları kanal hiçbir zaman hayata geçirilememiş . Daha sonra bu kanalın yapılmak istendiği yer şehrin en büyük iki caddesinden biri olan Canal Street olarak isimlendirilmiş .

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz New Orleans

Cazibe merkezi olan Canal street üzerinde bulunan treybösler sehrin büyük bölümüne ulaşmak mümkün .

Şehir parkından canal caddesine olan kısmında 3$ lik bilet alarak yolculuk yapılabilmekte.

New Orleans Şehir Parkı

Lafayette Mezarlığı

New Orleans Film Festivali

Gezgin Dağcı Ömer Yavuz New Orleans
Dağcılık

Dağcılık Tarihi

everest_1924_team

Başlangıcı tam olarak bilinmemekle beraber dağcılık sporunun Alplerde doğduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzden Alpinizm olarak bilinmekte , bu sporu yapanlara da alpinist denmektedir.

1786 yılında biri doktor iki Fransız Avrupa’nın en yüksek doruğu olan Güney Doğu Fransa’da bulunan Mont Blanc’a (4.807 mt) tırmanması ile başlamıştır.
1850 ile 1860 arasında İsviçre’deki tüm zirveler birbiri ardına dağcılar tarafından tırmanılmış ve Avrupa dağcılığının altın çağı olarak adlandırılmıştır.
1865 yılında Alplerdin en zor zirvesi olan Matterhorn’a tırmanılması ile Avrupa dağcılığının altın çağı olarak tanımlanan dönem kapanmıştır.
Daha sonra yüzyılın sonuna kadar Orta Avrupa’nın tüm zirvelerinin zor rotalar başarı ile tırmanılmış,  20. yüzyıla girene kadar Güney ve Kuzey Amerika dağları, Kafkas dağları, Orta Afrika dağlarına tırmanışlar ve de Himalaya’lara keşif ekspedisyonları düzenlenmiştir.
1897’de And dağlarının en yüksek doruğu Aconcagua’ya (6.960 mt)
1897’de Alaska’da St. Elias’a (5.489 mt)
1898’de Kuzey Amerika’da Grand Teton’a (4.190 mt)
1913’te K. Amerika’nın en yüksek doruğu CM Kinley (6.194 mt)’e tırmanılmıştır.
20. yüzyılın ilk yarısı İngiliz, Fransız ve İsviçrelilere ek olarak diğer ulusların dağcılarının tırmanışları ile geçmiştir. En önemli tırmanış ise Orta Asya’da Pamir sıradağlarında Komünizm doruğuna (7.495 mt) yapılan tırmanıştır.
1940’li yıllarda Atakemennalar’in, Llullaillaco Dağı’nın 6.723 metrelik doruğuna kursan platformu yapmaları, dağların ayni zamanda kutsal yerler sayılmalarının göstergesi niteliğindedir.
1950 yılında İki Dünya savasının yol açtığı belirgin durgunluktan sonra, bir “ilk tırmanış” Himalayaların önemli doruğu olan Annapurna I’in (8.138 mt) Fransızlar tarafından yapılmasıydı. Hemen arkasından ise diğer 8000’likler tek tek dağcılar tarafından tırmanılmıştır.
29 Mayıs 1953 tarihinde Edmund Hillary ve Tenzig Norgay’ın Dünyanın en yüksek doruğu Everest’e (8.848 mt) Güney-Güney Doğu rotasından tırmanmışlardır.
1953’te Nanga Parbat (8.138 mt) Almanlar tarafından,
1954’te K2 (8.681 mt) İtalyanlar tarafından,
1955’te Lhotse (8.516 mt) İsviçreliler tarafından,
1955’te Makalu (8.463 mt) ise Fransızlar tarafından tırmanıldı.
1960’larda tırmanılmış tüm Avrupa ve Amerika doruklarının kış koşullarında en zor rotaları denenmiştir. 1970 yılında Amerikan Sierra Nevada dağlarında 7.914 mt.’lik El Captain rotasının 27 günde Amerikalılar tarafından tırmanıldı.
1970’li yıllardan sonra ise tırmanışlar daha çok koşulların zorluklarının arttırılması, denenmemiş rotaların tırmanılması, tüm kıtaların en yüksek doruklarına tırmanmak gibi çeşitlemelere uğramıştır.
1978 yılında ilk defa “ölüm sınırı” olarak tanımlanan 8000 metreyi Reinhold Messner ve Peter Habbler ek oksijen kullanmadan aşarak Everest’e tırmanmıştır. Daha sonra Messner 8000 metrenin üzerindeki 14 doruğa da tırmanabilen ilk insan unvanını almıştır.
1980 sonrası dağcılığın iyice popülarite edildiği dönem olmuştur. Avrupa’da ve Amerika’da milyonlarca insan dağlarda dolaşmaya başlamıştır. Dağcılık malzemelerindeki teknolojik ilerleme, dağlara ulaşımın kolaylaştırılması bu yaygınlığın temel etkenlerinden olmuştur.

Dünyada ilk dağcılık kulübü 1857 yılında İngiltere de Alpine Clup adıyla kurulmuştur. 

Ülkemizde dağcılık etkinlikleri ilk kez 19. yüzyıl da yabancıların ülkemiz dağlarına sportif ve bilimsel amaçlı çıkmalarıyla başlamıştır. Bu kapsamda bilinen ilk tırmanış, Alman fizikçi Prof. Dr. F. V. Parrot’un 27 Eylül 1829 tarihinde Ağrı Dağı’na yapmış olduğu bilimsel amaçlı tırmanıştır. 20. yüzyılın ilk yıllarında ise ülkemizde Türkler tarafından yürütülen dağcılık aktiviteleri, askeri ve sivil olmak üzere iki kola ayrılmıştır. Sportif anlamda 1924 yılında Albay Cemil Cahit Toydemir toplam 8 kişilik bir ekiple Erciyes Dağı’na (Kayseri) doğu rotasından tırmanması Türkiye’deki milli dağcılık etkinliklerinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

Sonraki yıllarda, ülkemizde dağcılık aktivitelerinin artması ile 1928 yılında “Türk Dağcılık Cemiyeti” adı altında ilk dağcılık örgütü oluşturulmuştur. 1933 yılında ise “Türk Yürüyüşçülük, Dağcılık Kış Sporları Kulübü” adı altında bir kulüp faaliyete başlamıştır. Bu kulüp sonradan “Tenis, Eskirim ve Dağcılık Kulübü” adını almıştır. 1935 yılında Dağcılık ve Binicilik Federasyonu adı altında ilk federasyon olarak anılmıştır. Çalışmaları 1936 yılında başlayan ancak resmi olarak 1939 yılında tamamlanan, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü bünyesinde “Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu”  yeni bir yapılanma ile kurulmuştur. Uzun yıllar dağcılık ve kayak branşları aynı çatı altında yürütülmüştür. 1966 yılına gelindiğinde ise dağcılık ve kayak branşlarının ayrılması ile federasyonumuz sayın İsmet Ülker’in de katkılarıyla Türkiye Dağcılık Federasyonu olarak tescillenmiştir. Federasyonumuz, 1977 yılında Uluslararası Dağcılar Birliği ‘ne resmen üye olmuştur.

Dağcılık Federasyonun 1936 – 1941 yılları arasında ilk başkanlığını Latif Osman Çıkıgil yapmıştır. 

Kurulmuş olduğu tarihten günümüze kadar Türkiye dağcılık Federasyonu gerek yurt içi gerekse yurt dışı çok sayıda başarılı etkinliklere imza atmıştır. Bu tırmanışlara 1964 yılında Bozkurt Ergör’ün İsviçre’de Möch (4003 m) ve Fransa’da Mont Blanc (4807 m) zirve tırmanışları, Abdülmecit Doğru’nun 1980 yılında Kafkaslar’da Elbruz dağı (5642 m) ve Halil Alpay ile birlikte gerçekleştirdiği Peak Lenin Zirvesi (7134 m) ve 1985 yılında gerçekleştirmiş oldukları Komünizm Zirve (7495 m) tırmanışları örnek olarak gösterilebilir.

1995 yılının en önemli başarısı hiç kuşkusuz Nasuh Mahruki’nin 17 Mayıs 1995 tarihinde gerçekleştirdiği Everest zirvesi (8848 m) tırmanışıdır. 2001 yılında Tunç Fındık Everest zirvesine ( 8848 m) farklı bir rotadan çıkarak, buraya çıkan ikinci Türk olmuştur.

http://www.tuncfindik.com/

2006 yılında ise Orta Doğu Arama-Kurtarma, Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği (ORDOS) Everest’e tırmanan ilk Türk takımı olma unvanını almıştır. Bu tırmanışla birlikte ORDOS ekibinde yer alan Eylem Elif Maviş Everest’e tırmanan ilk kadın dağcımız olmuştur.

Texas Houston

Texas Houston

20181029_120746

Texas Houston’a gelirken hayatımın en uzun uçak yolculuğumu yaparak , aktarmasız 13-14 saat civarında bir uçak yolculuğu yaparak gerçekleştirdim . Uçak yolculuğumda çok farklı milletlerden insanları görünce gitmeden , çok uluslu bir ülkeye ayak bastığımı hisseder oldum . Houstana indiğimde de uzun bir yolculuğun yorgunluğu vardı. 

Ömer Yavuz Gezgin Dağcı Texas

Havalimaninda vize kontrolünde epeyce sıra vardı ama korktuğum gibi sıkıntıya uğramadım . Sırasıyla niçin geldiğimi , nerede kalacağımı ve ne kadar kalacağımı sordular. Ne bagajim arandı ne de uçakta doldurduğum form ile sorgulandım. Daha kötü muamele gördüğüm havalimanlari yanında burası anlatılanların aksine cennet gibi gelmişti . Otobüs ağlarıyla 1,25 $ bilet fiyatıyla 1-1.5 saat süren otobüs yolcuğuyla şehir merkezine gitmek mümkün .

Ömer Yavuz Gezgin Dağcı Texas

Amerikanın en büyük dördüncü şehri , Texas eyâletinin en büyük şehri olan , yaklaşık 2 milyonluk nüfusu sahip olan Houston 1836 yılında kurulmuş. Adı eski Teksas Cumhuriyeti başkanı Sam Houston’dan geliyormuş. 1901 yılında bölgede petrol bulunmasıyla Ekonomik bir kent haline dönüşmüş .Ekonominin ana sektörleri arasında enerji, üretim, havacılık, ulaşım ve sağlık sektörleri bulunmakta . Şehir sonbahar aylarında bazen hortumlar , fırtınalara mahruz kalıyormuş . Ben sadece sağnak yağmura tanıklık ettim buralarda …


Amerika birleşik devletlerinin diğer kentlerinden farklı olarak zengin etnik yapısıyla ve kosmopolit nüfusuyla ayrıca da bir öneme sahip olan bu kentte keyifli bir gün geçirmek mümkün .

Ömer Yavuz Gezgin Dağcı

Houston çok geniş bir alana kurulu bir kent olduğu için büyük parklara , yollara sahip . Yürüyüş yolları , koşu parkurları ve bisiklet yolları ayrı ayrı yapılmış . Herhangi bir araba yoluna ya da trafik lambasına rastlamadan birkaç saat bisikletinizle rahat rahat dolaşabileceğiniz bisiklet yolları görmek mümkün . En güzeli de birçok su sebillerinin olduğu ve tuvaletlerinin ücretsiz olduğu parkların olması …

Houstonun dikili taşı Hermann Park

Ömer Yavuz Gezgin Dağcı

Amerikanın simgesi olan Washington Anıtının benzeri olan bu dikilitaş , Houstanı kuranları anmak adına 1936 yılında yapılmış . Hemen yakınlarında Houston şehrine adını veren Sam Houstonunda bir anit heykeli bulunmakta .

Houstonun dikili taşı Hermann Park

Çevresinde göletiyle güzel manzaraya sahip bölge Houstonun gezilip görülmesi gereken yerlerin basında geliyor

Gezgin Dağcı Hermann Park
Hallstatt

Hallstatt

20171212_104902

Salzburgtan otobüs aktarmalı 2.5 ulaştığım Hallstatt, Yukarı Avusturya’da Hallstätter gölü kıyısında bulunan bir köydür.

Tarih öncesi çağlardan kalma tuz üretimi ile bilinmekte. Dünya tarihinin en eski tuz madeni burada yer almaktadır. Hallstatt, Avusturya’nın en eski köyüdür.

Dünyanın en güzel 10 köyünden biri olan Hallstatt aynı zamanda UNESCO’nun koruması altında. 900 nüfuslu bu doğa harikası köye özellikle Uzakdoğulular büyük ilgi gösteriyor.

Çinliler herşeyi kopyaladıkları gibi dayanamayıp bu köyün bir kopyasınıda yapmışlar.

Doğasıyla muazzam manzaraya sahip. Çevresinde birçok yürüyüş parkurları, kayak snowboard için pistler bulunmakta.

Havanın soğuk ve kapalı olması fazla vakit geçirmeme sebeb oldu.Umarım tekrardan yolum buralara düşerde eşsiz doğasının keyfini doyasıya çıkartırım

Salzburg

Salzburg

20171213_113021

2017 yılının son ayındaki Avrupa turuma ilk başlangıcı mozart doğduğu topraklarda Avusturya salzburg ile başladım 😊Sabah saatlerinde 1C° sıcaklıkla yol yorgunu nasıl gezerim ederim diye düşünüyordum.

Aynı uçakta yolculuk yapmış olduğum burada yaşayan Ordulu Hamdi abi ile sehir merkezine otobüs ararken tanışmam sabah sabah beni soguktan kurtardı✌Kendisi burada otobüs şoförlüğü yapıyormuş, ailecek burada yaşıyorlarmis. Ordulularin da çok olduğunu iletti .
Bana her konuda yardımcı oldu , hatta çalıştığı yerin ofisine gidip arkadaşları ile tanışıp kahvemizi içip uzun uzun lafladik. Cok şanslıyım bu konularda zamanı olursa da Avusturya dağlarını ileride birlikte keşfedeceğiz

Salzburga gelince de mozartın adının geçmediği sokak cadde yok . Soguk olmasına rağmende yüzlerce turist bulunmakta.

Christmas içinde heryer süslenmiş puslenmis , öncesinde festival bile var 😊 Keşke havanın daha iyi oldugu dönemde kesfetseydim buralari diyorum içimden .

Salzburgtaki son gününde havanın güneşli olması ile Mönchsberg tepesinden Mozartın şehrini keşfettim🤗

Mönchsberg Salzburg eski şehrin ortasında yükselmekte.Tarihi surları, yürüyüş parkurları,parkları, müzeleri, muhteşem alp dagları ve şehir manzarası ile görülmesi gereken popüler yerlerden👍Mönchsberg adını , yakınında bulunan Benedikt’lü St. Peter manastırının keşişlerinin adından alıyormuş. En yüksek noktası 508 metrelerde bulunan Mönchsberg’de popüler bir yer olan Moderne Müzesi de bulunmakta. Müzenin önündeki terastan, Salzburg kentinin panoramik manzarasına izlemek mümkün

Nepal

Everest Base Camp Trekking Rotası

20171104_101436

     Everest Basecamp Rotası dünyanın en yüksek dağlarını (  Everest 8848m, Lhotse, Makalu, Ama Dablam, Nuptse ) , 5364 metredeki Khumbu Buz Çağlayanı’ndaki Everest Ana Kampını ,  dua çarkları ile çevrelenmiş tapınakları, köyleri ve donmuş nehirler ,Şerpa’ları ve eşsiz manzaraları barındırmakta.

Everest ortada Lhotse ve Nuptse arasından göğe doğru süzülmekte

6854 metre yüksekliği ile Ama Dablam

Everest yolu üzerinde bulunan tapınak ve dua çarkları

Everest Base Camp

Sagarmatha Milli parkı içerisinde filmlere konu olmuş Everesti, canlı olarak görmek  benim gibi dağcıların en büyük hayalidir .Bu hayali gerçekleştirmek adına 3 hafta sürecek bir plan yaparak Everest Base Kampına   (5364 metre) ulaşmayı hedeflemiştim.

4000 metreler  arkamda bulutların ardında Everest ve Ama dablam

Genelde rehber ve şerpalar eşliğinde,  gruplar halinde yapılan bu faaliyeti , sırt çantamı kendim taşıyarak kendi imkanlarımla ,  bireysel olarak gerçekleştirdim.

Engelleri aşıp hedeflediğim zirveye ulaşıp, eşsiz manzaranın keyfini doyasıya yaşadım.Everest haricinde yanında sigara tüttürür gibi duran Lhotse, basecamp rotası boyunca eşlik eden karizmatik dağ  Ama Dablamı keşfettim.

AmaDablam ve alt tarafında 4350 m rakımlı Dingboche köyü

Yürüyüş boyunca dünyanın en yüksek 5 dağından ilk üçünü Everest, Lhotse, Makalu görme şansım oldu. Bu manzara karşısında farklı duygular içinde kaldığım zamanlar oldu . Daha önce gördüğüm dağlardan ve görebileceğim herşeyden daha yükseklerdi.

3500 metrelerde ailesi ile birlikte yürüyen çocuklar

Everest base camp yürüyüşünü özellikle benim gibi sırt çantasıyla birlikte taşıyanların  kesinlikle hafife almaması gerekiyor . Her yaştan insanın yürüdüğü bu parkur 12-18 gün süren bir yürüyüşü içermekte. Küçük yaşlarda çocukları ,70`li yaşlarda insanları bile görmek mümkün. Yüksek irtifa hastalığını ve belirtilerini kesinlikle hafife almamak gerekli.4000 ve 5400 metrelerde kendim yaşadım bu rahatsızlığı. Yürüyüşte tanıştığım 2 kişiyi helikopterle aşağı indirdiklerini ve  rahatsızlananlara bizzat tanık oldum.

Yürüyüş öncesi  ilk olarak Kathmandu – Lukla uçak biletini , Turizm ofisinden Trekking için (TIMS) belgesini ve Sagarmatta Milli parkı  için giriş biletini almak gerekiyor. Uçak bileti biraz pahalı olsa da tek yönü 6 günde yürünebilen ve yolu olmayan bu dağ köyüne en kısa zamanda gitmenin en iyi yolu bu şekilde . Lukla havaalanı dünyanın en tehlikeli havaalanlarından bir tanesi olarak kabul edilmekte.Bu güzergahta çalışan uçaklar minik 14 kişilik pervaneli cinsten. Uçak bazen havada öyle sallanıyor ki yanınızdaki kişinin elini tutup  dua etmekten başka çareniz kalmıyor. En riskli kısım ise Lukla`ya iniş, daha önce kazalar pistin önünün bir anda bulutla kapanması ve uçağın pisti ıskalaması sonucu olmuş. Kaza oranının uçakların ve havalimanın modernize edilmesiyle çok düşmüş.Otobüsten kat kat güvenli diyebilirim .

lukla havalimanı ( 2850 metre )

12 günde gidiş-dönüş yaklaşık 150 km dünyanın en güzel manzaraları eşliğinde yürüdüm.2850 metrelerden 5550 metrelere kadar günde yaklaşık 7-8 saat inişli çıkışlı yürüyüş yaptım.Çantamı taşımak için Şerpamda , rehberimde yoktu. Kimi zaman yol boyunca tanıştığım kişilerle, kimi zamanda yalnız hareket ettim.  

Everest Base Camp yolunda 4000 metrelerde

Genel olarak sabah 6 da kalkıp, kahvaltı yapıp ve çantamı toparladıktan sonra saat 8 gibi yola koyulup , öğleden sonra 4 gibi bir sonraki kalacağım köye gidiyordum. Bu köylerde Lodge adını verdikleri evlerde konaklama, yeme içme gibi ihtiyaçlarımı karşılıyordum.Kaldığım bu yerlerde basit bir döşek yastık ve istediğin kadar battaniye veriyorlardı.

Basecamp rotası üzerinde bulunan köyler arasında araba yolu yoktu.Tüm taşıma işlemleri yürüyerek sırtta veya tibet öküzleri (yak) sırtında taşınıyordu. Kadın çocuk yaşlı demeden herkesin sırtında mutlaka birşeyler oluyordu.Buranın insanı çoğunlukla serpalardan oluşuyor, tibetliler ile nepalliler arasında bir halk. Serpalar tok gönüllüler ve son derece yardımseverler. İngilizce bilenler Guide olarak çalışmakta, Taşıyıcı Şerpalar ise Trekkingcilerin tüm eşyalarını ve  uçakla luklaya gelen her türlü malzemeyi yukarı köylere taşıyorlardı.

Yük taşıyan Yaklar ( Tibet Öküzleri )

Yolda tanıştığım birçok Şerpa oldu.Kimi 30 kg taşıyordu kimi daha fazlasını. 2500-5000mt yükseklikte bir iniş bir çıkışlı yolda yük taşımak hiç kolay değil.Yanlarında ne su vardı ne doğru düzgün kılık kıyafet,  içim burkuluyordu çoğu zaman .

Beni en çok etkileyen bu yolda dağ başında okula giden mis gibi üniformalarıyla çocuklar oldu.Yokluk ve tüm imkansızlıklara rağmen güle oynaya , zar zor yürüdüğüm yollarda saatlerce yürüyerek okullarına gidiyorlardı. Bakışları ve davranışları ile  kalpleri fethediyorlardı.

Everest karşı kahve keyfi yaparken

Umarım tekrar  bu güzel topraklara gelerek  farklı rotalarda yürüme şansım olur.